Doç.Dr. Evren Bolgün: Demokrasi ve Özgürlük Yolunda Yükselen Popülizm Dönemi – 2022

Merhaba,

2022 yılını Dünya genelinde sıcak savaş ve pandemi ortamında hızla tamamlarken, vatandaşların demokratik sistem tercihlerinin azalmakta, yarı otoriter yönetim anlayışının siyaset üzerinden yükselerek siyasetçilerin popülizm tercihleri ile birlikte artmakta olduğunu görüyorum.

The State of Democracy  Around The World

https://www.visualcapitalist.com/mapped-the-state-of-global-democracy-2022/

Tarihsel bir süreç bakışı ile “Demokrasi, Özgürlük, Popülizm” süreçlerini sizlere aktarmaya çalışacağım. Yazı dizisinin son bölümünde seçim öncesi Türkiye’de iktidarın popülist tercihlerinin ekonomiyi ne şekilde etkilemekte olduğunu kısaca anlatmayı düşünüyorum.

Vikipedi içerisinde yapılan tanımlamaya göre, “Popülizm” veya “Halk Çıkarcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellediğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılarak halkın yararına ve toplum olarak gelişmesi için kullanılması gerektiğini söyleyen siyasî bir felsefe veya söylem biçimidir. Popülist söylem “sokaktaki insan“ın ekonomik ve sosyal çıkarlarını vurgulayarak, önyargılarını ve duygusal kırılmalarını kullanarak başarıya ulaşmayı amaçlar. Popülist söylem, belirli bir ideolojiye bağlı değildir. Nitekim, son yıllarda hem sol hem de sağ görüşlü liderlerin popülizme başvurduğu gözlemlenmiştir.

Popülist hareketlerin liderleri çoğunlukla büyük şirketlerin gücüne karşı koyacaklarını, “yozlaşmış” seçkinleri temizleyeceklerini ve “önceliği halka” vereceklerini söylerler. Popülizm genelde rejim karşıtı siyaseti içerdiği gibi özellikle sağ eğilimlerde milliyetçilik, jingoizm, ırkçılık veya köktendincilik ile birleşebilir. Popülistlerin çoğu ya ülkenin belli bir yöresine ya da toplumun belli bir sınıfına (emekçi sınıf, orta direk, veya köylüler/çiftçiler gibi) hitap eder. Kullandıkları söylem sıklıkla ikilik yaratma üzerinedir ve halkın çoğunluğunu temsil ettiklerini söylerler.

Bu yazı dizisi başlığının “Demokrasi-Özgürlük-Popülizm” şeklinde olmasına rağmen esasında yazımın hedefinde “Demokrasi-Özgürlük-Ekonomi” ilişkisi yatmaktadır. Ancak size önce tarih boyunca süregelmekte olan tercihleri aktarmaya çalışacağım. Malum günümüzde karanlıkları görmeden, siyasette gerçekleşen yanlışlıkları yaşamadan aydınlığa çıkabilmek, doğrularda buluşabilmek mümkün değildir.

Her ne kadar felsefenin temelinde insanın haysiyetine saygı göstermenin ve insan kişiliğinin değerine inanmanın yattığı görülürse de Siyaset, Demokrasiyi bir ideoloji olarak değil bir yöntem olarak işine geldiği biçimde uygulamaktadır.

Esasında inancın ya da inançsızlığın özgür bir seçim olması, bireysel özgürlük alanlarının inanç hukuku ile sınırlanmamasını gerektirir. Ancak bu sağlandığında özgür düşünce ortamından ve böyle bir ortamın ürünü olan Demokrasi’den söz edebiliriz.

Demokrasi kelimesinin etimolojik açıdan kökenine bakacak olursak, Fransızca démocrate “demokrasiden yana olan kimse” sözcüğünden alıntıdır. Eski Yunanca dēmokrateía “halk iktidarı” sözcüğünden alıntıdır. Eski Yunanca dēmos “halk, ahali” ve Eski Yunanca krátēs “güçlü, iktidar sahibi” sözcüklerinin bileşiğidir.

Demokrasi kavramının nereden geldiği araştırılacak olursa şüphesiz Antikçağ Yunan’ından başlamak doğru olacaktır. İlk demokratik hareketlerin Antik Yunan’da ortaya çıktığı kabul edilegelen bir gerçek olduğundan Demokrasi kelimesi köken olarak Yunanca bir terim olup demokrasi ilk olarak da yine Yunan polislerinde kullanılmaya başlanmıştır. Yukarıda bahsi geçen tanımın temel olarak demokrasi kelimesinin halkın egemenliğini ifade etmesinin yanı sıra bu kelimenin çatışma ve katılımı ifade eden tanımları da mevcuttur. Öncelikle, çatışma anlamını Canfore şu şekilde açıklar: Kullanıldığı en eski tarihten bu yana daima, demokrasi hüküm sürdüğünde mülksüz sınıflar (demos) tarafından kullanılan ‘aşırı güç’e (kratos) işaret etmek için üst sınıflar tarafından türetilen bir ayrılık terimi, ‘çatışma’ya işaret bir sözcük olagelmiştir.

 

 

5.yy’da Atina’da Demokrasi

 

Demokrasi, Boyle ve Beetham tarafından şu şekilde dile getirilir: “Demokrasi, kolektif karar alma sürecini halk denetimi ve bu denetimin tatbikinde halkları eşitliği yönünden birbirini tamamlayan iki ilkeyi gerektirir” Bu tanımlar üzerinden gidilirse, demokrasinin bir çatışma mı yoksa katılım mı olduğunu ayırt etmek; günümüz demokrasilerinin iki temel yapı taşı gibi gözüken eşitlik ve özgürlüğün Atina’daki halini tespit etmek, yukarıdaki tanımda geçen “halkın” Atina’da hangi kesimi oluşturduğunu saptamak ve Atina’daki eşitlik ile özgürlük üzerinden demokrasiyi daha iyi anlayabilmek için önemlidir.

Atina’daki demokrasiye göz atılacak olursa, taşıdığı temel prensipler olan eşitlik ve özgürlük sebebiyle, demokrasinin bir ‘Katılım’ anlamına geldiği göze çarpar. Atina’daki bu katılım aristokratların yanı sıra orta sınıfın da yavaş yavaş yönetim kadrosunda yer alma süreciyle gerçekleşmiştir. Atina demokrasisinde çığır açan olay Solon’un kanunlarıdır. Çünkü bu yasalarla eşitlik, halk arasında yavaş yavaş oluşturulmaya çalışılmıştır. Solon yasalarından sonra sadece aristokratlar değil aynı zamanda belli miktar mal ve mülk sahibi olanlar da memur olabilme, meclise girebilme, askere alınabilme ve vergi verebilme haklarından faydalanabildiler. Yani, kısacası Antik Yunanda aristokratlar ve belli miktarda malı mülkü olanlar özgür vatandaş statüsündeydiler. Solon’un yasalarından doksan sene sonra M.Ö.491’de, Perslerle yapılan savaşlarda askere ihtiyaç duyulduğundan aristokratlar, orta sınıfa yani ne zengin ne köle olan kesime yurttaşlık hakkı verdi. Atina demokrasisinin, eşitlik ilkesiyle, yani tüm halkın eşit olmasıyla meydana geldiği şu sözlerle anlaşılır: “Solon, salt belirli bir sınıfın değil, tüm vatandaşların zeki ve temyiz gücüne sahip olduklarını savunmuştur”. “İşte hükümet idaresinin aldığı bu şekle Demokrasi denildi”.

 

Solon Kanunları

 

Ayrıca Atina’daki bu ‘katılım’ doğrudan demokrasidir: “Yirmi yaşını bitiren her erkek Atina vatandaşı “Ekklesia” adı verilen şehir meclisinin kendiliğinden üyesi oluyordu. Anlaşıldığı üzere Atina Demokrasisindeki eşitlik ve özgürlük anlayışlarıyla halkın vatandaş olarak sayılması hatta yönetim kadrosunda da yer alması bir katılımın neticesiyledir ki demokrasinin tanımı bunu çok iyi ifade etmiştir.

Şehir Meclisi (Ekklesia)

 

Ancak köleler ve kadınlar yurttaş olarak belirtilmeksizin: Siyasete katılma hakkı kuşkusuz kadınları ve yerleşik yabancıları (metics) içermemekteydi. Aynı şekilde özgürlük ilkesi de kölelerin kurtuluşunu kapsamamaktaydı. (Lipson) Muhakkak ki Atina’da özgürlük tüm insanları özgür kılmak değil, bazı özelliklere sahip olanları özgürleştirmek yani vatandaşı yapmaktır. İşte yukarıda geçen; yaş ve mülk sınırı, erkek ve Atinalı olma gibi iyice sınırlandırılmış özelliklere sahip olanlar özgür olup siyasi hayatta sözü geçer kişilerdir ve yine eşitlik ilkesi bunlar arasında geçerli olan bir durumdur.

O dönemde Perikles; (MÖ 495-429) Atina demokrasisini geliştiren ve yayılmacılığı en uç noktasına götüren devlet adamıdır. Atina’yı Yunanistan’ın siyasal ve kültürel odağı haline getirmiş, ünlü Atina Akropolis’ini inşa ettirmiştir. Perikles demokratik geleneklere bağlı aristokratik bir çevrede yetişmiştir. Damon’dan ders alan Perikles, sonraki yıllarda Atina’ya gelen sofist düşünürlerle tanışmıştır.

Perikles’in demokrasiyi tanımlamasından önce, Platon’un (c.428-c.348) Cumhuriyet’inde demokrasi ve demokrasinin nasıl despotluğa dönüştüğü için söylediklerine bir bakalım: Yoksulların, hasımlarını öldürdükten veya sürgün ettikten sonra geri kalanlara eşit vatandaşlık haklarını ve devlet için çalışma fırsatını vermeleri ve yargıçları halk oylaması şeklinde seçmeleri ile demokrasi başlar. En güçlü ve kalabalık grup elleriyle çalışan halk kulesidir, bunlar çok küçük bir varlığa sahip olup politika ile ilgilenmezler. Toplantılara yalnızca yağmadan pay almak için katılırlar. Liderleri, zenginlerin mallarına el koyarlar, azını halka dağıtarak çoğunu kendilerine saklarlar. Mal mülk sahiplerine olan saldırılar onları demokrasiden uzaklaştırınca, halk kana susamış bir güruha dönüşerek insanları sürgüne gönderen ve idam ettiren bir liderin etrafına toplanır. Lider sürekli olarak, borçların affedileceğini, toprağın yeniden dağıtılacağını ima ederek liderliğini sürdürür. Ancak öyle bir an gelir ki, ya lider öldürülmeli, ya da lider insandan kurda, yani bir tirana dönüşmelidir.

Perikles

 

Demokrasi İçin Gereken Koşullar?

Demokrasi, bir kurum olarak Atina’da baş göstermiş olduğu için Atina’daki şekli çok bilinen bir örnektir; ancak şu bir gerçektir ki: “Atina’dan önce de bazı demokratik öğeler taşıyan başka devletler elbette var olmuştur; çünkü siyasal açıdan tümüyle yeni olan hiçbir şey bir anda ve bir yerde ortaya çıkmaz.” (Lipson) Dahl’ın, demokrasinin uygun koşullarının bulunmasıyla herhangi bir yerde ortaya çıkabileceğini ifade eden şu düşüncesi tam da bunu açıklar niteliktedir. “Örneğin elverişli koşullar sayesinde, yazılı tarihten çok önce bile bazı kabile yönetimlerinde bir demokrasi şekli var olmuş olabilir”. Çünkü bu kabilelerin sadece demokrasinin zorunlu koşullarını meydana getirebileceklerini varsayabiliriz ve o koşullar da mutlak olarak eşitlik ve özgürlüktür, tıpkı Fransız bayrağının üç renginden ikisinde temsil olunduğu gibi. Yoksa her zorunlu koşula sahip olan topluluklar birebir aynı ve ileri demokrasilere sahip olacaklardır demek doğru olmaz. Lipson bu farkı şu şekilde açıklıyor; “Demokrasinin zaman, zemin ve kültür açısından ne kadar geniş kapsamlı olduğu dikkate alınırsa, hiçbir demokrasinin diğerinin tıpatıp aynısı olamayacağı gerçeği kolaylıkla görülebilir”. Yani demokrasi özünde değişmez kavramları barındırmakla birlikte ülkeden ülkeye ve hatta zamana göre değişebilmektedir.

Yani, demokrasinin en yavan haliyle herhangi bir yerde ortaya çıkabilmiş olma ihtimalinin yanında, bilinen en eski ve popüler demokrasi örneği olan Atina Antik Demokrasisi; “eşitlik” ve “özgürlük” temel prensipleri üzerine belli nitelikleri taşıyan halkın da katılımıyla kurulmuştur.

Düşünce Özgürlüğü ve Aydınlanma Süreci

Ancak deniz aşırı yolların keşfi ile beraber ticaretin gelişmesi feodal yapıyı geriletmeye başlamış ve tarih sahnesine “Burjuvazi Sınıfı” girmiştir. Burjuvazinin ekonomik yönden giderek güçlenmesine rağmen, siyasî iktidar kral ve kilisede kalmış ve zenginleşen burjuvazinin mülkiyet hakkı güvence altına almayıp, kral ve kilise onun tüm mal varlığı üzerinde keyfî tasarrufta bulunabilecek hakka sahip olmaya devam etmiştir. Bu dönemde dogmalara dayalı bir ahlâk ve hukuk sistemi kurulmuş ve engizisyon mahkemeleri vasıtasıyla yürürlüğe konmuştur. Akıl, dogma ile mücadelesine bu dönemde de devam etmiş ve onun dogmaya karşı savaşının en somut örneği Galileo’nin meşhur davasında somutlaşmıştır.

 

Rönesans Hareketi

 

Bu dava burjuvaziye, dogmaya dayanan mevcut iktidar hakimiyetinin, bunun karşıtı olan akıl ve hür düşünce ile yıkılabileceğini göstermiş ve Rönesans akımını destekleyerek amacına ulaşmıştır. Rönesans, insanoğlunun hayatında ahirete değil, bu dünyaya dönük çalışması fikrini yayması ve Makyavel’in devletin kutsal niteliğinden arındırılması üzerine geliştirdiği tez ile başlayan harekete Descartes, Spinoza ve Grotius gibi düşünürler tarafından rasyonel bir kimlik kazandırılmış ve sonuçta akla dayalı lâiklik doktrini felsefi açıdan antik Yunan kökenli doğal hukuk düşüncesine dayandırılmıştır.

İnsan aklı hukukun kaynağıdır. İnsan hiçbir aracıya gereksinim duymadan kendi aklıyla evrensel adalet ilkesini anlar ve içeriğini kavrayabilir. Bu adalet değerlerinin güncelleşmesi, diğer bir anlatımla hukuk haline dönüştürülmesi siyasal faaliyet olup, herkes akıl sahibi ve doğuştan farklı olmadıkları için bu çalışmayı eşit biçimde müştereken yürüteceklerdir. Bu algılama, kavrama ve yürürlüğe koyma işleminde krala ve papaza gereksinim yoktur.”

Bu düşüncede krala (bugünkü şekliyle bir başkana gereksinim olunmaması) “Demokrasi’yi”, papaza gereksinim olmaması ise, “Lâikliği” simgelemektedir. Ancak asıl önemlisi, bu görüşün özünde, aklın gelişmesinin ve hür düşüncenin yalnız lâik ve demokrasiye dayalı bir hukuk sistemi ortamında yaşayabileceği gerçeğinin vurgulanmasıdır. Demek ki akıl aynı zamanda hürriyetlerin de kaynağıdır. Bütün bunlardan, batı uygarlığının en önemli temelini teşkil eden felsefî değer olan kuşkucu akılcılıkla lâik kuşkuculuğun eş anlamlı olduğu sonucuna varılır. Diğer bir anlatımla akıl kuşkuculuğu lâik kuşkuculuk demek olup, Batı uygarlığının evrenselliğinin ve sürekli ilerlemesinin ana nedeni de bu gerçekte yatmaktadır. Buraya kadar ifade ettiklerimi özetlemek gerekirse, akıl demokrasinin ve hürriyetlerin kaynağı olduğu gibi, özgür bir ortam olmadan akıl da gelişemez. Özgürlük ise, bir son hal olmayıp, o da bir tekâmüldür. Akıl yolunda ilerledikçe insanoğlunun özgürlüğü de artar.

Düşünce özgürlüğüne gelirsek; Fert ve kurumların dinî, ahlâkî, sosyal, politik v.s. alanlarda her türlü kanı, düşünce ve görüşlerini serbestçe dile getirip yaymaktır. Bir bakıma, vicdan ve din özgürlüğü, düşünce özgürlüğünün kapsamındadır. Bir ilke olarak, düşünce özgürlüğü sınırsız olmalıdır. Fakat ne kadar liberal olursa olsun her toplum düzeni, herkesin saymak ve boyun eğmek zorunda olduğu bazı sosyal değerlere ve normlara dayanır. Pratikte, düşünce özgürlüğünün sınırı, her toplumun sosyal-kültürel yapısına bağlıdır. Bu bakımdan çeşitli demokrasiler arasında büyük ayrılıklar olduğu gibi belli bir demokrasinin kendi içinde de sürekli bir gelişme ve değişme vardır. Örneğin: çeşitli demokrasilerde dinî, ahlâkî inançlarından dolayı savaşa katılmak istemeyen kişiler olsa, bunlar bir demokrasi de geri hizmetlere verilecek, ötekinde ise, yurttaşlıktan çıkarılacak, bir başka yerde de vatan haini olarak yargılanacaktır.

Açıkcası sosyal özgürlüğün üst sınırı, toplum düzeninin tehlikeye düşmesidir. Bir totaliter ideolojinin demokratik düzenden yararlanıp iktidara geçerek toplum düzenini bozmasına göz yumulamaz. Başka bir deyimle, toleranssızlığa tolerans gösterilemez. Ancak, bu üst sınıra yaklaşmak için gösterilecek toleransın derecesi de her topluma göre değişiktir. Bazı demokrasilerde totaliter ideolojiler siyasî parti olarak çalışabilirken, bazılarında bunlardan söz edilmesi bile yasaklanmıştır.

Haftaya kaldığım yerden aynen devam edeceğim…

 

 

Doç.Dr.Evren Bolgün | Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi


Umuyoruz ilginizi çeken, güzel bir içerik sunabilmişizdir.

İçeriğimizi oylayın post

Yorum yapın